İnsanların oluşturduğu toplum, mutlaka bir düzene dayanmalıdır. Bu düzenin temelini de hukuk kuralları oluşturur. Hukuk kuralları tümüyle hayatın yansımasıdır ve topluma dair ne varsa bu kuralların içeriğini oluşturmaktadır. Örneğin; sokaktaki simitçiden bir simit aldığımızda bile farkında olmadan ‘bir satım sözleşmesi’ yapmış oluruz. Şöyle ki; bir mal satın alınmıştır ve karşılığında bedeli ödenmiştir, yani karşılıklı ve zımni irade beyanında bulunulmuştur. İşte günlük hayatımızda oldukça sık karşılaştığımız bu basit örnek, hukukta geniş bir yere sahip olan ‘satım sözleşmesi’ gibi önemli bir konunun bile ne denli çok karşımıza çıktığının göstergesidir.
Hukukla ne kadar iç içe olunsa da toplum içinde bu konuda yanlış algılar oluşmuştur. Örneğin çoğu kişi için hukuk demek, adliye ve mahkeme salonu demektir ki bunlar da toplumda hiç hoş karşılanmayan ve insanların en uzak kalmak istedikleri terimlerdendir. Öyle ki, kimi insan; ‘’Ben hayatımda ne karakol ne de adliye gördüm. Adliye kapısından ilk kez içeri giriyorum.’’ şeklindeki cümleleri övünç kaynağı olarak görür. İşte bu yazımızda hukuk kaidelerinin aslında hayatımızın temelinde olduğunu göstermeye çalışacağız.
Yukarıdaki simitçi örneğimizde olduğu gibi, daha pek çok durumda da hukuk kurallarıyla yatıp hukuk kurallarıyla kalkmaktayız. En basitinden, kendi özgürlüğümüzün sınırlarını bilip başkalarının hayat tarzına müdahale etmemek veya tahammül etmek dahi bir hukuk kaidesidir. Kırmızı ışıkta durmak ya da alışveriş sonrası fiş almak da böyledir ve kanuni zorunluluk gereğidir.
‘’Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz.’’ ilkesi ise kanunlarımızın da hukuk ile hayatın ne denli özdeşleştiğini kabulünün bir göstergesidir. Bu ilke ile, uyulması gereken kuralların herkesçe bilindiği varsayılmıştır. Yani bu kuralları bilmek ve riayet etmek en baştan zorunluluk kabul edilmiştir. Örneğin; çalışma şekli ve süreleri İş Hukuku kaidelerince belirlenmiştir. Evlilik hususunda ise nikahın kıyılma şekli, verilen hediyeler, takılan takıların mahiyeti ve aidiyeti, eşler arasındaki münasebet, edinilen malların paylaşımı gibi hayatın içinden pek çok konu Aile Hukuku kapsamında düzenlenmiştir. Bir çocuğun doğumu, hangi aşamada hak sahibi olacağı, anne babasına karşı görevleri, anne babanın çocuğa karşı sorumlulukları da Medeni Kanun çerçevesindeki düzenlemelerdendir. Ölüm halinde yapılacak işlemler, ölen kişinin geriye bıraktığı malların akıbeti, varsa vasiyetnamenin uygulanması yine Miras Hukuku kaidelerine göre düzenlenmiş konulardır.
Hukuku; diğer toplumu düzenleyici kurallar olan örf ve adetler, geleneklerden ayıran özellik, devlet tarafından güvenceye alınmış ve cebri yaptırımlara sahip olan yazılı kurallar olmasıdır. Örf ve adet kuralları da toplumda en az yazılı hukuk kuralları kadar geçerlidir. Ancak bu örfi kaidelerin yazılı hukukta olduğu gibi para veya hapis cezası şeklinde yaptırımları bulunmaz; bunların yaptırımı daha çok ahlaki boyuttadır. Örneğin toplu taşıma araçlarında yaşlılara yer vermek, büyüğümüz geldiğinde ayağa kalkmak gibi kurallar örf, adet ve geleneklerden kaynaklanmaktadır.
Özetle; hukuk kuralları bizden uzak, adliye koridorlarında işleyen kurallar bütünü değildir. Hukuk kurallarına göre doğar, hak sahibi olur ve hukuk kurallarına göre defnediliriz. Hukuk bizzat hayatın kendisidir.